Modern tıp ve biyoteknolojideki hızlı gelişmeler, insanlığı daha önce hiç karşılaşmadığı etik ikilemlerle yüz yüze getiriyor. İşte tam da bu noktada biyoetik devreye girerek, "yapabilir miyiz?" sorusundan çok "yapmalı mıyız?" sorusuna yanıt arıyor. Peki, bu disiplin tam olarak neyi inceliyor?
Biyoetik, biyoloji, tıp ve yaşam bilimlerindeki gelişmelerin etik, sosyal ve hukuki boyutlarını inceleyen disiplinler arası bir alandır. Temel amacı, insan hayatına ve canlılığa dair alınan kararlarda etik ilkeleri rehber kılmaktır.
Biyoetik kavramı, 20. yüzyılın ikinci yarısında, özellikle Nürnberg Mahkemeleri ve Tuskegee Frengi Deneyi gibi etik dışı tıbbi uygulamaların ortaya çıkmasıyla şekillenmeye başladı. 1970'lerde "biyoetik" terimini ilk kullanan isim olan Van Rensselaer Potter, bu alanı "hayat bilimleri bilgisi ile insan değerlerinin birleşimi" olarak tanımladı.
Biyoetik tartışmalarının çoğu, bu dört temel ilke etrafında şekillenir:
Yapay zekânın tıpta kullanımı, beyin-bilgisayar arayüzleri, insan ötesi (transhümanist) teknolojiler ve derin öğrenme gibi alanlardaki gelişmeler, biyoetiğin önemini her geçen gün daha da artırıyor. Biyoetik, teknolojik ilerlemeyi durdurmak değil, bu ilerlemeyi insan onuru, adalet ve refahı merkeze alarak yönlendirmek için var.
Sonuç olarak, biyoetik sadece doktorlar, bilim insanları veya etikçiler için değil, sağlık hizmeti alan her birey ve toplumun tüm üyeleri için önemli bir rehber. Çünkü hepimiz, bir gün bu etik ikilemlerle karşı karşıya gelebilecek potansiyel "hastalar", "donörler" veya "vatandaşlarız".