Fyodor Dostoyevski'nin 1868-1869 yıllarında kaleme aldığı Budala, dünya edebiyatının en sarsıcı, en derinlikli ve en çok tartışılan karakterlerinden birini, Prens Lev Nikolayeviç Mişkin'i merkezine alır. Roman, "tamamen iyi bir insan"ın modern, çıkarcı ve ikiyüzlü bir toplumdaki trajik yolculuğunu anlatır. Dostoyevski, bu eserle insan doğası, saflık, tutku, acı ve merhamet üzerine ölümsüz bir sorgulama başlatır.
Prens Mişkin, parasız ve beş parasız, İsviçre'den St. Petersburg'a döner. Yolculukta tanıştığı Parfyon Rogojin'in tutkulu bir şekilde aşık olduğu Nastasya Filippovna'nın hikayesini dinler. Mişkin, toplumun ahlaki çöküntüsünün ortasında, Nastasya'nın çevresinde dönen kirli ilişkiler ağının içine dalar.
Nastasya, kendisine talip olan zengin General Yepançin'in sekreteri Ganya ile evlenmek üzereyken, doğum günü partisinde her şey altüst olur. Rogojin büyük bir para getirerek onu satın almaya çalışır. Tam bu kaos anında, Mişkin saf ve koşulsuz sevgisini ilan eder ve onunla evlenmeyi teklif eder. Nastasya, bu saf teklif karşısında duygulanır ancak kendisini "bozuk" görerek Mişkin'i mahvetmek istemez. Bunun yerine, kendini yok etme dürtüsüyle Rogojin'in peşinden kaçar.
Bu andan itibaren roman, bu üçlü arasındaki ölümcül dansı izler. Mişkin, Nastasya'yı kurtarmaya çalışırken bir yandan da güzel Aglaya Yepançin'e aşık olur. Aglaya ile Mişkin'in ilişkisi, toplumun "normal" bir evliliği gibi görünse de, Mişkin'in Nastasya'ya duyduğu merhamet dolu bağ, her şeyi sabote eder. Sonunda, kıskançlık ve tutkunun ateşi, trajik bir cinayetle söner.
Budala, okuyucuyu rahatsız eden, üzerine uzun uzun düşündüren bir başyapıttır. Prens Mişkin, İsa Mesih figürünün modern dünyadaki trajik yeniden yorumudur. Roman, iyiliğin dünyayı değiştirip değiştiremeyeceği sorusuna net bir yanıt vermez, ancak bu soruyu sormanın ve insan ruhunun karanlık dehlizlerinde yol almamızın ne kadar elzem olduğunu gösterir. Edebiyat tarihinde, saflık ve tutku arasındaki ezeli çatışmayı bu denli güçlü resmeden çok az eser vardır.