Osmanlı İmparatorluğu'nun altı asır boyunca üç kıtada hüküm sürmesini sağlayan karmaşık ve işlevsel yönetim mekanizmasının merkezinde Divan-ı Saltanat (ya da kısaca Divan-ı Hümayun) bulunurdu. Bu kurul, padişahın başkanlık ettiği, devletin en üst düzey yönetim, yargı ve danışma organıydı. Gelin, bu kadim kurumu daha yakından tanıyalım.
Divan, belirli bir hiyerarşi ve protokol içinde çalışırdı. Başlıca üyeleri şunlardı:
Divan, haftanın belirli günlerinde (genellikle cumartesi, pazar, pazartesi ve salı) Topkapı Sarayı'ndaki Kubbealtı'nda toplanırdı. Toplantılar sabah erkenden başlar, öğlene kadar sürerdi. İşleyiş katı bir protokole bağlıydı:
Savaş, barış, isyan, vergi, tımar dağıtımı gibi devletin tüm önemli idari meseleleri burada görüşülür ve karara bağlanırdı.
Üst düzey davalara (özellikle devlet adamları veya askeri sınıfla ilgili olanlara) ve taşradan gelen temyiz niteliğindeki davalara burada bakılırdı. Kazaskerler şer'i hukuku, diğer üyeler örfi hukuku temsil ederdi.
Devletin bütçesi, gelir-giderleri, vergi politikaları Defterdar'ın sunumuyla burada değerlendirilirdi.
Elçiler kabul edilir, antlaşma maddeleri görüşülür, sınır problemleri ele alınırdı.
17. yüzyıldan itibaren Divan-ı Hümayun'un etkisi yavaş yavaş azalmaya başladı. Devlet işleri giderek Sadrazam'ın konağında toplanan "İkindi Divanı"na kaydı. 19. yüzyılda Tanzimat Fermanı (1839) ile birlikte modern nazırlıklar (bakanlıklar) kurulunca, Divan-ı Hümayun'un fonksiyonları bu yeni kurumlara devredildi ve tarih sahnesindeki aktif rolünü tamamladı.
Divan-ı Saltanat, Osmanlı devlet anlayışının merkezinde yer alan, yönetimin kolektif akılla yürütülmesini sağlayan, aynı zamanda halka açılarak sosyal adaleti gözeten çok yönlü bir kurumdu. Sadece bir yönetim kurulu değil, aynı zamanda devletin sürekliliğini ve istikrarını sağlayan, gelenek ile kanun arasında köprü kuran bir mekanizmaydı. Osmanlı'nın "cihan devleti" olmasında, bu merkezi ve işlevsel yönetim kalbinin payı büyüktür.