Osmanlı İmparatorluğu'nun en çok tartışılan, en kritik dönemlerinden birine adını veren II. Abdülhamid, 34 yıllık saltanatı (1876-1909) boyunca uyguladığı siyasetle tarihteki yerini almıştır. "Ulu Hakan" mı, "Kızıl Sultan" mı? Bu ikilem, onun kişiliği ve politikaları üzerindeki tartışmaların özünü oluşturur. Gelin, bu karmaşık ve etkili padişahı ve onun siyasi özelliklerini daha yakından tanıyalım.
21 Eylül 1842'de doğan Abdülhamid, Sultan Abdülmecid'in oğludur. Amcası Sultan Abdülaziz'in tahttan indirilmesi ve kısa süren V. Murad'ın ardından, 31 Ağustos 1876'da tahta çıktı. Tahta çıktığında imparatorluk, 93 Harbi (1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı) gibi büyük bir felaketle, dış borç batağıyla ve dağılma tehlikesiyle karşı karşıyaydı. İlk anayasal hareketi başlatarak I. Meşrutiyet'i ilan etmiş ve Kanun-ı Esasi'yi (anayasa) yürürlüğe koymuş olsa da, savaş koşullarını gerekçe göstererek 1878'de Meclis-i Mebusan'ı süresiz olarak tatil etti ve 1908'e kadar istibdat (baskı) dönemi olarak anılacak süreci başlattı.
Babası ve amcası döneminde etkili olan "Osmanlıcılık" fikrinin Balkan Savaşları'nda çöktüğünü gören II. Abdülhamid, yeni bir iç ve dış siyaset arayışına girdi. "Pan-İslamizm" (İslamcılık) politikasını benimsedi. Halife unvanını ön plana çıkararak, dünyadaki tüm Müslümanları manevi otoritesi altında toplamayı ve böylece içerideki Müslüman tebaanın bağlılığını pekiştirmeyi, dışarıda ise sömürgeci devletlere karşı diplomatik bir koz olarak kullanmayı hedefledi.
II. Abdülhamid, bir yandan geleneksel değerleri korumaya çalışan muhafazakar bir padişah, diğer yandan imparatorluğu ayakta tutmak için modern altyapı yatırımlarını destekleyen bir reformcuydu. Döneminde:
Devleti tam kontrol altında tutmak isteyen II. Abdülhamid, etkili bir istihbarat ve jurnal (ihbar) ağı kurdu. "Hafiye Teşkilatı" denilen bu yapı, muhalif sesleri ve potansiyel ayaklanmaları bastırmak için kullanıldı. Basına sansür uygulandı, siyasi faaliyetler sert bir şekilde kontrol altına alındı. Bu, onun dönemine "istibdat dönemi" denilmesinin ana nedenidir.
II. Abdülhamid'in dış politikası, "denge" ve "erteleme" üzerine kuruluydu. "Hasta Adam" olarak görülen imparatorluğu paylaşmak isteyen büyük güçlere (İngiltere, Fransa, Rusya) karşı ince bir diplomasi yürüttü. Almanya ile yakınlaşarak diğer güçlere karşı denge unsuru yarattı. Filistin'e Yahudi yerleşimine izin vermemek için direnerek Siyonizm'e karşı çıktı. Amacı, sorunları çözmekten ziyade, kaçınılmaz görünen çöküşü mümkün olduğunca geciktirmekti.
Uzun süren baskıcı yönetim, artan dış borçlar ve modernleşen aydın kesimdeki özgürlük talepleri, İttihat ve Terakki Cemiyeti gibi muhalif grupları güçlendirdi. 1908'de patlak veren II. Meşrutiyet ilanı ile siyasi iktidarı sınırlandırıldı. 31 Mart Vakası (13 Nisan 1909) olarak bilinen isyanın ardından, İttihat ve Terakki'nin önderliğindeki Hareket Ordusu tarafından tahttan indirildi ve yerine V. Mehmed Reşad getirildi. Hayatının geri kalanını Selanik'te ve daha sonra Beylerbeyi Sarayı'nda gözaltında geçirdi ve 1918'de vefat etti.
II. Abdülhamid, çöküş dönemi Osmanlı'sını ayakta tutmak için geleneksel ve modern araçları aynı anda kullanan, pragmatik, şüpheci ve son derece zeki bir stratejist olarak değerlendirilir. Mirası, Türkiye'de hala hem derin bir saygı hem de sert eleştirilerle anılmayı sürdürmektedir. Onu anlamak, modern Türkiye'nin doğduğu sosyal ve siyasi ortamı anlamak için de kritik bir öneme sahiptir.