Osmanlı İmparatorluğu'nun uzun ve köklü tarihinde bir dönüm noktası olan Kanun-i Esasi, 23 Aralık 1876 tarihinde ilan edilerek yürürlüğe girmiş ve Türk tarihinin ilk yazılı anayasası olma özelliğini taşımaktadır. Bu belge, imparatorluğun modernleşme çabalarının somut bir ifadesi ve "Meşrutiyet" döneminin temel hukuki dayanağıdır.
19. yüzyıl, Osmanlı İmparatorluğu için çöküşü durdurma ve devleti modern bir yapıya kavuşturma çabalarının yoğunlaştığı bir dönemdi. Dışarıda Avrupa'nın baskısı, içeride ise milliyetçi ayaklanmalar ve mali krizler vardı. Bu koşullarda, Genç Osmanlılar (Jön Türkler) gibi aydınlar, kurtuluşun "meşrutiyet" yani anayasal monarşi ile sağlanabileceğini savunuyordu. Padişah II. Abdülhamid, tahta çıkışı sırasında verdiği sözü tutarak ve dış baskıları da göz önünde bulundurarak anayasayı ilan etti.
119 maddeden oluşan bu anayasa, hem geleneksel monarşik yapıyı koruyor hem de sınırlı da olsa parlamenter bir sisteme kapı aralıyordu.
İki kanattan oluşuyordu:
Meclis, kanun teklifi ve bütçeyi görüşme yetkisine sahipti, ancak padişahın onayı olmadan yasa yürürlüğe giremezdi.
Kanun-i Esasi ile başlayan I. Meşrutiyet dönemi çok kısa sürdü. 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı'nın (93 Harbi) yarattığı bunalımı gerekçe gösteren II. Abdülhamid, 1878'de Meclis'i süresiz olarak kapattı ve anayasayı askıya aldı. Böylece İstibdat Dönemi başladı.
Ancak anayasa tamamen yürürlükten kaldırılmadı. 24 Temmuz 1908'de II. Meşrutiyet'in ilanı ile yeniden yürürlüğe girdi ve 1909'da önemli değişikliklerle (padişahın yetkilerinin kısıtlanması, hükümetin meclise karşı sorumlu olması gibi) daha demokratik bir hale getirildi. Bu haliyle, 1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'na kadar yürürlükte kaldı.
Kanun-i Esasi, mutlak monarşiden anayasal monarşiye geçişin ilk adımı olarak tarihi bir öneme sahiptir. Sınırlı ve kırılgan olsa da:
Bu belge, bir devletin çöküş sancıları içinde bile değişim ve modernleşme iradesini göstermesi açısından, Türk siyasi tarihinin en değerli belgelerinden biridir.