Bir milletin ruhunu en derinden hissedip, onu dizelere dökebilen şairlere "milli şair" denir. Türk milletinin en buhranlı, en zor döneminde ortaya koyduğu eserler, duruşu ve fikirleriyle bu unvanı fazlasıyla hak eden isim ise hiç şüphesiz Mehmet Akif Ersoy'dur. Onu sadece İstiklal Marşı'mızın şairi olarak değil, bir dava adamı, bir mütefekkir ve samimi bir sanatçı olarak tanımak, milli kimliğimizi anlamak için büyük önem taşır.
1873 yılında İstanbul'da doğan Mehmet Akif, hem geleneksel medrese eğitimi hem de modern okullarda okuyarak kendini yetiştirdi. Veterinerlik eğitimi aldı ve mesleğini icra etti. Ancak onun asıl tutkusu şiir, fikir ve toplum meseleleriydi. 📜 Sırat-ı Müstakim ve daha sonra Sebilürreşad dergilerinde yazdığı yazılar ve şiirlerle toplumu aydınlatmaya, milli ve manevi değerleri canlı tutmaya çalıştı.
Mehmet Akif Ersoy'un "milli şair" unvanını almasının birkaç temel sebebi vardır:
Mehmet Akif'in tüm şiirlerini topladığı yedi kitaptan oluşan eserine "Safahat" (Safhalar, Evreler) adı verilir. Bu eser, sadece bir şiir kitabı değil, adeta döneminin sosyolojik ve psikolojik bir fotoğrafıdır. İçinde Küfe, Seyfi Baba, Mahalle Kahvesi, Hasta gibi toplumcu gerçekçi şiirlerin yanı sıra, ideallerini ve inancını anlattığı uzun manzumeler de bulunur.
Cumhuriyet'in ilanından sonra Mısır'a giden ve uzun yıllar orada kalan Mehmet Akif, hastalığı nedeniyle 1936'da İstanbul'a döndü. 27 Aralık 1936'da vefat etti. Mezarı, Edirnekapı Şehitliği'ndedir.
Onun mirası, sadece bir marşın sözlerinden ibaret değildir. O, "Allah bu millete bir daha İstiklal Marşı yazdırmasın" diyerek, marşın bir daha aynı şartlarda yazılmasına gerek olmayan bir barış ve huzur dönemi temennisinde bulunmuştur. Mehmet Akif Ersoy, karakteri, duruşu, inancı ve eserleriyle Türk milletinin kolektif hafızasında ölümsüzleşmiş bir milli abidedir.