Eğitim-öğretim sürecinin en kritik ve belki de en zor yanı, “her öğrenciye ulaşabilmek”tir. İşte tam bu noktada devreye giren Öğrenciye Görelik (Düzeye Uygunluk) İlkesi, etkili öğrenmenin olmazsa olmaz koşuludur. Bu ilke, öğretimin; öğrencinin hazır bulunuşluk düzeyine, ilgilerine, gelişim özelliklerine ve ön öğrenmelerine uygun olarak planlanıp yürütülmesi gerektiğini savunur. Kısacası, “eğitim öğrenciye göre ayarlanır, öğrenci eğitime göre değil.”
Bu ilke, birkaç önemli eğitim ve psikoloji kuramına dayanır:
Bu ilkeyi hayata geçirmek, sadece konuyu yavaş anlatmak değil, kapsamlı bir pedagojik yaklaşım gerektirir:
Konuya başlamadan önce, öğrencilerin konuyla ilgili ön bilgileri, kavram yanılgıları ve ilgileri çeşitli yöntemlerle (kısa quiz, soru-cevap, kelime ilişkilendirme) tespit edilmelidir.
Aynı hedefe, farklı öğrenme stillerine hitap eden farklı yollardan ulaşılabilir. Bu şu alanlarda yapılabilir:
Konular, basit, somut ve anlaşılır örneklerle başlayıp, yavaş yavaş karmaşık ve soyut olanlara doğru ilerlemelidir. Matematikte, bir formülü vermeden önce somut materyallerle gösterip, sonra soyut sembollere (\( a^2 + b^2 = c^2 \)) geçmek gibi.
Öğretim programı ve örnekler, öğrencilerin günlük yaşamlarından, kültürlerinden ve meraklarından beslenmelidir. Bu, motivasyonu ve kalıcı öğrenmeyi artırır.
Öğrenciye Görelik İlkesi, eğitimin merkezine öğrenciyi koyan, demokratik ve insan odaklı bir bakış açısının ürünüdür. Standart bir müfredatı tüm öğrencilere aynı şekilde sunmak yerine, esnek, çok yönlü ve öğrenciyi tanımaya dayalı bir öğretim tasarımını gerektirir. Bu ilkeyi benimseyen bir eğitimci, sınıfında her bir öğrencinin “anlama ışığını” yakma şansını çok daha yüksek oranda elde eder. Unutmamak gerekir ki, “Ulaşılamayan öğrenci, kaybedilmiş bir potansiyeldir.”