Birinci Dünya Savaşı’nın ardından galip devletler, mağlup olan devletlerle ağır şartlar içeren antlaşmalar imzaladı. Osmanlı Devleti için hazırlanan Sevr Antlaşması, diğerlerinden farklı olarak sadece toprak kaybı değil, tam bir siyasi ve ekonomik tasfiye öngörüyordu. 10 Ağustos 1920’de imzalanan bu antlaşma, fiilen hiçbir zaman yürürlüğe girmese de, Türk milleti için bir uyanış ve direniş sembolü oldu.
Osmanlı Devleti, 1918’de imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşması ile fiilen işgal edilmeye başlanmıştı. İtilaf Devletleri (İngiltere, Fransa, İtalya, Yunanistan vb.), Osmanlı topraklarını paylaşmak için uzun müzakereler yaptı. Antlaşma metni, 1920’de San Remo Konferansı’nda son halini aldı ve Osmanlı temsilcilerine bir ültimatom olarak sunuldu.
Antlaşma, Osmanlı adına Sadrazam Damat Ferit Paşa hükümetinin gönderdiği Rıza Tevfik (Bölükbaşı), Reşat Halis ve Hadi Paşa tarafından Paris’in Sevr banliyösünde imzalandı. Ancak bu imza, Meclis-i Mebusan’ın onayından geçmediği ve Türk milletinin iradesini yansıtmadığı için hukuken geçersizdi.
Sevr, İstanbul’daki kukla hükümet tarafından imzalanmış olsa da, Anadolu’da başlayan Milli Mücadele bu antlaşmayı tanımadı. Mustafa Kemal Atatürk önderliğindeki TBMM, 19 Ağustos 1920’de “Misak-ı Milli” sınırlarını kabul etti ve Sevr’i imzalayanları vatan haini ilan etti.
Kurtuluş Savaşı’nın zaferle sonuçlanması (1922) üzerine, Sevr hükümsüz kaldı. Yerine 24 Temmuz 1923’te Lozan Antlaşması imzalandı. Lozan, Sevr’in tam zıttı olarak Tam bağımsız, egemen bir Türk devletinin uluslararası alanda tanınmasını sağladı.
Sevr Antlaşması, tarihe uygulanamayan bir antlaşma olarak geçti. Ancak şu gerçeği gösterdi: Milli iradeye dayanmayan, milletin ruhunu yok sayan hiçbir metin kalıcı olamaz. Türk milleti, Sevr’i “Redd-i İlhak” ruhuyla topyekun direnişe geçerek tarihin akışını değiştirdi. Bugün dahi Sevr, ulusal bağımsızlık ve egemenliğin ne kadar kıymetli olduğunu hatırlatan acı bir hatıra olarak durmaktadır.
Özetle; Sevr Antlaşması, emperyalizmin Osmanlı’yı tasfiye projesiydi. Ama Anadolu’da filizlenen Kurtuluş Savaşı bu projeyi yerle bir etti ve “Ya istiklal, ya ölüm!” parolasıyla yeni bir devletin temellerini attı.