Türkiye, bugünkü coğrafi konumu ve jeolojik yapısıyla dünyanın en karmaşık ve dinamik bölgelerinden biridir. Ülkemizin toprakları, milyonlarca yıl süren devasa kıta hareketleri, okyanusların açılıp kapanması ve şiddetli volkanik faaliyetlerin eseridir. Bu yazıda, Anadolu'nun jeolojik macerasını ana hatlarıyla keşfedeceğiz.
Türkiye, Avrasya, Afrika ve Arap levhalarının kesişim noktasında yer alır. Kuzeyde Avrasya levhası, güneyde ise Afrika ve Arap levhaları arasındaki devam eden çarpışma ve sıkışma, ülkemizin dağlarını yükseltmekte, fay hatlarını oluşturmakta ve deprem aktivitesini beslemektedir. Bu durum, Türkiye'yi aktif bir "otektonik bölge" yapar.
Bu dönemde, Türkiye'nin çekirdeğini oluşturan küçük kıta parçaları (microplates) ve denizel havzalar vardı. Zonguldak çevresindeki kömür yatakları bu dönemin karasal ve sığ deniz ortamlarının kalıntısıdır.
Ana hikaye, bugünkü Akdeniz'in atası olan Tetis Okyanusu etrafında döner. Türkiye'nin büyük kısmı, bu okyanusun tabanında biriken kalın çökellerle (kireçtaşı, şeyl) kaplıydı. Dönemin sonuna doğru, kuzeydeki Pontid ve güneydeki Taurid kıta parçaları birbirine yaklaşmaya başladı.
Bu dönem, Türkiye'nin bugünkü görünümünü kazandığı en hareketli evredir. İki kritik olay yaşanmıştır:
Türkiye'nin dinamik jeolojisi, sadece muhteşem manzaralar değil, aynı zamanda önemli riskler de yaratır. Aktif fay hatları üzerinde bulunması, ülkeyi deprem riski yüksek bir bölge yapar. Benzer şekilde, Ağrı, Erciyes, Hasan Dağı, Nemrut gibi sönmüş volkanlar, geçmişteki şiddetli volkanik aktivitenin göstergesidir.
Türkiye'nin jeolojik gelişimi, adeta canlı bir kitap gibidir. Her dağ sırası, her vadi, her sıcak su kaynağı, bu uzun ve hareketli hikayenin bir sayfasını oluşturur. Bu jeolojik çeşitlilik, zengin maden yataklarına, verili tarım arazilerine ve eşsiz doğal güzelliklere kaynaklık ederken, aynı zamanda deprem gibi doğal afetlere karşı da hazırlıklı olmayı gerektiren bir gerçekliği bize hatırlatır. Anadolu toprakları, sadece kültürlerin değil, kıtaların da kesişme noktasıdır.