Mehmet Rauf'un 1901'de yayımlanan ve Türk edebiyatında ilk psikolojik roman kabul edilen Eylül'ü, aşk, ihanet, tutku ve toplumsal baskılar arasında sıkışmış üç ana karakterin trajedisini anlatır. Roman, dönemin İstanbul'unda geçer ve karakterlerin iç dünyalarını derinlemesine işlemesiyle öne çıkar. İşte bu unutulmaz üçlünün detaylı bir portresi:
Romanın merkezindeki kadın karakter olan Suat, duygusal, romantik ve içine kapanık bir kişiliktir. Evliliğinde mutsuzdur; kocası Süreyya ile arasında derin bir duygusal bağ eksikliği vardır. Necip'e duyduğu yasak aşk, onun iç dünyasında büyük bir çatışma yaratır. Suat, toplumsal normlara ve ahlak kurallarına bağlı kalma isteği ile yoğun tutkuları arasında sıkışmıştır. Karakteri, dönemin "ideal kadın" imajının dışına çıkarak kendi arzularıyla yüzleşen, ancak bunun bedelini ağır ödeyen trajik bir figürdür.
Süreyya, Suat'ın kocasıdır. İyi niyetli ancak duyarsız, biraz kayıtsız ve eşinin duygusal ihtiyaçlarından habersiz bir karakter olarak çizilir. Kendini işine ve sosyal yaşamına vermiş, evliliğini rutin bir birliktelik olarak görmektedir. En yakın arkadaşı Necip ile eşi Suat arasındaki gerilimi başlangıçta fark edemeyecek kadar dalgındır. Süreyya, dönemin birçok erkeği gibi, evliliği bir "dış cephe" olarak görür ve eşinin iç dünyasına nüfuz edemez. Bu ihmalkârlığı, trajedinin zeminini hazırlayan unsurlardan biridir.
Necip, Süreyya'nın en yakın arkadaşı ve Suat'ın platonik aşığıdır. Hassas, sanatkâr ruhlu, müzikle (özellikle kemanla) içli dışlı, melankolik bir genç adamdır. Suat'a duyduğu aşk, hem derin bir hayranlık hem de içinden çıkamadığı bir suçluluk duygusu barındırır. Arkadaşına ihanet etme düşüncesi onu yiyip bitirir. Necip, romantizmin ve duygusal yoğunluğun temsilcisidir; ancak toplumsal kurallar ve dostluk bağları karşısında çaresizdir. Hisleri, onu hem yüceltir hem de mahveder.
Eylül, sadece bir aşk üçgenini anlatmaz; aynı zamanda bireyin toplum, ahlak ve içgüdüleri arasındaki sıkışmışlığını da resmeder. Suat, Süreyya ve Necip üçlüsü, bu sıkışmışlığın farklı yüzlerini temsil eder. Mehmet Rauf, bu karakterler aracılığıyla, insan ruhunun karanlık dehlizlerine ışık tutar ve Türk edebiyatında karakter odaklı, psikolojik tahlilleri ön planda tutan bir çığır açar. Roman, bugün bile, insan ilişkilerinin karmaşıklığını anlamak için önemli bir başvuru kaynağı olmaya devam etmektedir.