Peyami Safa'nın şaheseri Dokuzuncu Hariciye Koğuşu, Türk edebiyatının ilk psikolojik romanlarından biri olarak kabul edilir. 1930 yılında yayımlanan bu eser, yalnızca fiziksel bir hastalığın değil, aynı zamanda bir gencin iç dünyasındaki yalnızlık, umut, hayal kırıklığı ve varoluşsal sancıların da derin bir portresini çizer. İşte, bu unutulmaz romanın karakterleri, teması ve olay örgüsü.
Roman, ismini İstanbul'da bir hastanenin "Dokuzuncu Hariciye Koğuşu"ndan alır. Anlatıcı ve başkahraman, 15 yaşında, adı verilmeyen bir gençtir. Omurgasında ciddi bir hastalık (muhtemelen kemik veremi) olan bu çocuk, roman boyunca hem fiziksel acılarıyla hem de duygusal karmaşasıyla mücadele eder.
Roman, gencin hastanedeki bir ameliyat gününe hazırlanışıyla başlar ve geriye dönüşlerle hikâyesini anlatır. Gencin ailesi yoktur, yalnızdır. Hastalığı onu sürekli hastane hastane dolaşmaya, çeşitli tedaviler görmeye zorlamaktadır. Bir süreliğine teyzesi Pasta Hanım'ın evine yerleşir. Burada, kuzeni Nüzhet'e karşı içinde saf ve tutkulu bir aşk filizlenir.
Ancak Nüzhet, gençten yaşça büyük olmasının yanı sıra, sosyal çevresi ve hayatı da onunkinden çok farklıdır. Genç, bu aşkına karşılık bulamayacağını hisseder ve bu durum, fiziksel acılarına eklenen derin bir ruhsal ıstırap kaynağı olur. Nüzhet'in başka biriyle evleneceğini öğrenmesi, onun için son darbedir.
Tek sığınağı, tedavisini üstlenen Dr. Ragıp Bey ve onun gönderdiği kitaplar olur. Kitaplar, onun için hastane koğuşunun dört duvarından kaçış, zihnini özgürleştirme aracıdır. Romanın sonunda, umutsuzca beklediği ve korktuğu büyük ameliyat gerçekleşir. Ameliyattan sonra Dokuzuncu Hariciye Koğuşu'na getirilir. Burada, etrafındaki diğer hastaları, onların acılarını ve ölümle burun buruna gelişlerini gözlemler. Bu gözlemler, onun kendi acısını ve varoluşunu daha derinden sorgulamasına yol açar.
Ameliyat başarılı geçmiştir ve iyileşme umudu doğar. Ancak genç için asıl iyileşme, fiziksel değil, ruhsaldır. Koğuşta yaşadığı ve tanık olduğu acılar, onu bencillikten ve kendi acısına hapsolmaktan kurtarır. Artık başkalarının acısını da görebilen, daha olgun ve kabullenmiş bir birey olarak çıkar bu sınavdan. Roman, onun taburcu olup hastaneden çıkışı ve yeni bir hayata adım atışıyla son bulur.
Sonuç olarak, Dokuzuncu Hariciye Koğuşu, sadece bir hastalık hikâyesi değil; bir olgunlaşma, kendini ve hayatı anlama çabasının romanıdır. Peyami Safa'nın kendi çocukluk hastalığından da izler taşıyan bu eser, insan ruhunun zayıflık ve direnç anlarını olağanüstü bir samimiyetle anlatan, Türk edebiyatında ölümsüzleşmiş bir klasiktir.