İkinci Dünya Savaşı, Türkiye için askeri olarak "aktif katılımsız" ancak ekonomik, sosyal ve siyasi olarak derin etkiler bırakan bir dönemdi. Türkiye, tarafsızlık politikası izleyerek savaşın yıkıcı fiziki etkilerinden korunmayı başardı. Ancak, olağanüstü bir küresel çatışmanın ortasında kalan bir ülke olarak, bu durumun getirdiği ağır ekonomik yükler ve iç politika manevraları kaçınılmazdı. Bu süreçte alınan en tartışmalı ve iz bırakan ekonomik tedbirlerden biri, Varlık Vergisi Kanunu oldu.
11 Kasım 1942 tarihinde kabul edilen Varlık Vergisi Kanunu, resmi gerekçesiyle, savaş koşullarının yarattığı yüksek kamu harcamalarını (özellikle orduyu seferber halde tutmanın maliyeti) ve karaborsacılıkla zenginleştiği iddia edilen kesimlerden gelir sağlamayı amaçlıyordu. Kanun, olağanüstü bir servet vergisi niteliğindeydi ve matrahı (vergilendirilecek tutar) beyana dayalı değil, vergi memurlarının takdirine bırakılmıştı.
Uygulamada, vergi mükellefleri etnik ve dini kimliklerine göre dört gruba ayrıldı:
Bu sınıflandırma, verginin ekonomik olduğu kadar ideolojik ve ayrımcı bir karaktere sahip olduğunu gösterir. Gayrimüslim tüccar ve esnaf, verginin asıl hedefi haline geldi.
Varlık Vergisi, 15 Mart 1944 tarihinde yürürlükten kaldırıldı. Ancak bıraktığı tahribat kalıcı oldu. Türkiye, savaştan fiziken zarar görmemiş olsa da, bu iç politika tercihiyle çok kültürlü sosyal dokusuna ve ekonomik hayatına derin bir darbe vurdu. Bugün, Türkiye'nin yakın tarihindeki en tartışmalı ve acı verici uygulamalardan biri olarak anılan Varlık Vergisi, savaş dönemi travmalarının, tarafsız ülkelerin bile iç politikalarını nasıl şekillendirebileceğinin ve ayrımcı politikaların uzun vadeli yıkıcı sonuçlarının çarpıcı bir örneğidir. Türkiye'nin savaş sonrası dönemde yaşadığı ekonomik çeşitlilik kaybının ve demokratikleşme sancılarının arka planında bu tür uygulamaların izleri görülmektedir.